Cumhriyetimizin 92. Kuruluş Yıl Dönümü ve Özsoy Operası

15

Cumhuriyetimizin 92. Kuruluş Yıl Dönümünde Şeyhname ve Özsoy Operası
29 Ekim Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun

Rivayet odur ki, Gazneli Mahmud, av resimlerinin, silahların olduğu tarihi evinde kendisi için özel bir mekan oluşturduğu, emrine uşaklar verdiği Firdesi’den İranlıları yüceltecek, bir eser yazmasını ister.

Firdevsi bu muhteşem mekanda yer alan silahlardan ve savaş resimlerinde esinlenerek, muhteşem bahçelerde dolaşarak İran tarihini destansı biçimde anlattığı eserini, 60.000 beyitten oluşan Şehname’yi kaleme alır. Eser bittiğinde sadece İran değil tüm dünyanın en önemli yazılı eserlerinden biri olur.

Öyle ünlenir ki, Evliya Çelebi Bursa’da kahvehanelerde meddahlar tarafından ezberden anlatıldığını yazar. Resimli el yazması olarak ilk kez İlhanlılar döneminde (1256 – 1353) tarihleri arasında yazılmış ve daha gösterişli bir eser oluşturulmuştur. Türkçeye ilk kez 1450 – 1451 yılları arasında adı bilinmeyen bir yazar tarafından Sultan II.Murat zamanında çevrilmiştir.

Şeyhname, temelde İranlıların İslam öncesi dönemini anlatan “mitolojik” bir eserdir. Eserde geçen olaylar, sıklıkla İranlı Yunus ile şeytani güçleri olan Turan kralı Efrasiyab arasındaki çekişme ve savaşları anlatır.

Ancak Şehname’nin bizim için önemi, şimdi 92.yılını kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’nde bestelenen ilk opera olan Özsoy Operası’nın konusunu teşkil etmesidir.

Aslında öykü oldukça bilinir ama ben bir kez daha aktarmak istedim.

1934 yılının Nisan Ayı, Ankara genç Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olarak çok önemli bir konuğu, İran Şahı Rıza Pehlevi’yi ağırlamak üzeredir. Önderimiz Mustafa Kemal gelecek olan önemli konuğunu etkilemeyi istemektedir.

Bu konuyu yakın arkadaşlarına açar. İran Şahı’nı nasıl ağırlamak, nerelere götürmek gerekir diye sorar. Pek çok fikir ileri sürülür. Merinos fabrikası örneğin gezdirebilir, yeni açılmıştır ya da Orman Çiftliği’nde ağırlanması önerilir.

Ulu Önder bu fikirleri yaratıcı bulmaz. “Bu saydıklarınızdan İran’da da var arkadaşlar” diye cevap verir. Sonra kendi fikrini ileri sürer: “Bir Türk operası sahneleyeceğiz!”

O dönem için imkansızdır. Ortada bırakın bir eseri, ne solist ne de yaylı sazlar ve bunları organize edecek birileri vardır. Herkes karşı çıkar. Bu kadar kısa zamanda nasıl ve kiminle bir opera bestelenebileceği sorgulanır.

Gazi Mustafa Kemal, Paris’e burslu olarak müzik eğitimi almak üzere gönderilen ve yurda dönen o zamanlar 27 yaşında olan Adnan Saygun ismini öne sürer. Eserin ana temasının nereden alınması gerektiğini de yine kendisi ifade eder: “İranlıların en önemli eserlerinden Şehname’den esinlenen destansı bir konusu olsun”

Böylece Türkiye Cumhuriyeti tarihinin sahnelenen ilk operası, “Özsoy Operası” doğar.

3 perde ve 12 sahneden (tablodan) oluşan eserin Türkçe liberettosunu (sözlerini) Münir Hayri Egeli yazmış, Ahmed Adnan Saygun ise bestelemiştir.

Öylesi yokluklar içinde sadece 2 ay içinde hazırlanan eseri seslendirmek için koro Ankara Kız Lisesi, İsmet Paşa Kız Enstitüsü ve Gazi Terbiye Enstitüsü Beden Terbiyesi Bölümü’nün öğrencilerinden kurulur. Solistler Nurullah Taşkıran (bariton), Nimet Vahit (soprano) ve Semiha Berksoy (soprano) olur.

Orkestranın yaylı sazları İstanbul’dan Cemal Reşit Rey’in kurmuş olduğu yaylı sazlar orkestrası ile takviye edilir. Borulu sazlar grubu Ankara’daki asker bandolarından sağlanır.

Ve eser Ankara Halk Evi’nde 19 Haziran 1934 gecesi sahnelenir.

Özsoy Operası’nın ana teması Türk ve İran dostluğu üzerinedir. Şehname’den esinlenen öykü, Hakan Feridun’un ikiz oğulları Tur (Kurt) ile İraç (Aslan) üzerinedir. İkizler doğduğunda şeytanın gazabı onları birbirinden ayırsa da, yaşanan onlarca olay sonrası birbirlerini bulur ve kardeş olduklarını anlarlar. Aynı Türkiye ve İran gibi.

Eserin sonunda sahnedeki sanatçılar, iki kardeşten Tur’un (Kurt) adı geçtiğinde Atatürk’ü, İraç (Aslan) sorulduğunda ise yanındaki Rıza Pehlevi’yi işaret ederler. Bu jest Rıza Pehlevi’yi bitirir Oyun sonrası Türk ve İran kardeşliği imzalanan antlaşmalar ile pekişir.

Önderimiz Atatürk için pek çok eleştiri yapımıştır, yapılmaya devam da ediliyor. Yapılabilir de.

Diğer taraftan sadece şu son yaşadıklarımıza bakılınca sanırım tartışılmaması gereken tek konu Atatürk’ün ne kadar büyük bir devlet adamı olduğudur.

Nasıl zarif bir biçimde iki ülke arasındaki dostluğu pekiştirdiği, iki devlet arasında diplomatik bağlamda sıradan sayılabilecek bir görüşme trafiğini son derece farklı bir bakış açısı ile karşı tarafı aynı zamanda kendi devletini, ülkesini de her bağlamda yücelttiğini görüyorsunuz.

Rahmetli Adnan Saygun bu durumu çok güzel anlatır: “O sıralarda kendisinin İran ile yakınlaşmayı, iki devlet arasında sağlam bir dostluk kurulmasını istediği anlaşılıyordu.

Biri çoğunlukla Sünnî, öteki çoğunlukla Şiî mezhebine bağlı bu iki devlet, yüzyıllar boyu düşmanca bir komşuluğu sürdüre gelmişlerdi.

Atatürk, işte bazen açık bazen kapalı olan bu düşmanlığı dostluğa çevirmek, bunun için de din ve mezhep konularını bir yana itip, iki milletin öz kardeşler oldukları fikrini, bir İran efsanesine dayanarak ileri sürme düşüncesine kendini kaptırmış olmalıdır.

Atatürk, böyle bir fikri, Şah ile karşılıklı söyledikleri nutuklar sırasında da ortaya atabilirdi. Fakat, sahnenin hareketinden ve musikinin gücünden yararlanarak, bu fikri bir sanat havası içinde işlemenin, heyecanla beslenen duygular üzerinde büyük etkisi olacağını düşünmüş olmalı.”

Günümüzde bir ülkenin ve milletin büyüklüğünü belirleyen saraylarının, binalarının büyüklüğü ihtişamı değil, teknolojik ve kültürel bağlamda ne kadar üstün olduğudur. Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk onlarca yıl önceden gördüğü bu gerçek çerçevesinde şekillendirdiği temel üzerine kurulmuştur.

Ve inanıyorum asla yıkılmayacaktır, O’nun temelini attığı bu Cumhuriyet aynı temeller üzerinde yükselmeye devam edecektir.

Bizler gibi cumhuriyetimizin ve çoğulcu demokrasinin temel değerlerine inanan, laik hukuk devleti ilkelerinden asla taviz verilmemesi gerektiğini inatla savunan bireyler olduğu sürece, bu topraklarda kardeşçe yaşayacağımız, çocuklarımızı barış içinde büyütüp yaşayacağımız günler yakındır çünkü “benmerkezci olmayan akılcı düşünce daima kazanacaktır”.

29 Ekim 2015, Cumhuriyetimizin 92. Kuruluş Yıldönümü Kutlu Olsun

Not: Görsel Şeyhname’nin resimli el yazmasındaki minyatürlerdendir. Diğer taraftan yine görselde yer alan 4’lük Özsoy Operası’nın giriş sahnesindendir ve gerçekten çok güzel:

“Ben ne puta tutkunum, ne de yâra vurgunum,
Elimde destanımla yalnız hakka bakarım.
Doğruyu anlatırım, gönüllere akarım.
Gönlü açık olanlar elbet beni severler.”

Sevgi ve Saygı ile
İyi ki varsınız

Kaynakça
1. https://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eehname
2. https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96zsoy_(opera)
3. http://www.isteataturk.com/…/siirimiz-ve-ataturk-8217un-dil…
4. https://eksisozluk.com/sehname–233361?nr=true&rf=sehname

16 Kasım 2015 tarihinde Süleyman Engin Akhan tarafından yayınlanmış ve 17 Şubat 2017 tarihinde de son güncelleme yapılmıştır.